top of page

Basın

Barbara LondonBarbara London Calling

Barbara London Calling isimli podcast serimde öncü nitelikte, yükselişteki sanatçılarla konuşuyorum. Birlikte bu sanatçıları motive eden şeyleri, ilham kaynaklarını, beklenmedik bir şekilde farklılaşan çalışmalarında hangi teknolojileri kullandıklarını, teknolojinin ve yaratıcılığın öncüsü sanatçılar olarak dünyaya nasıl baktıklarını keşfediyoruz. Barbara London Calling’deki 12 sohbetin, medya sanatının nasıl en uzağa erişebilen, en yenilikçi sanat dalı olduğunu, çağdaş sanatın incelenmesi ve anlaşılmasında nasıl temel bir role sahip olduğunu göstermesini istiyorum.

“Türk-İngiliz sanatçı Didem Pekün’ün (1978) panoramik enstalasyonu Zarlar ve İnsanlar’la ilk karşılaştığımda, aynı anda hem şiirsel hem politik olmayı başaran bir çalışma, Amerikalı usta video yapımcısı, şair ve eşcinsel hakları aktivisti Marlon T Briggs’i (1957-1994) hatırladım. Onun son derece kişisel ve duygusal işleri, güncel siyasi olayların karmaşıklığını açıklığa kavuşturmayı hedefleyen medya denemelerinin sınırlarını zorlamıştır… Pekün, tıpkı Riggs gibi anlatıcı deneme ile olgulara dayalı belgesel arasındaki çizgiyi bulanıklaştırıyor. Böylelikle, hem zamansal hem heykel niteliğinde bir çalışma ortaya çıkarıyor.” 

“Zarlar ve İnsanlar, Occupy hareketinin ve Gezi protestolarının bir nesle kazandırdığı umut ve iyimserliğe tanıklık ediyor. Onlardan Pekün, yazılmakta olan tarihe dair notlar almakla kalmayıp tarihin yazılmasına katkıda bulunuyor. Temelde bir belgesel yapımcısı olarak sanatçı, birinci şahıs bakış açısı kullanmakta ısrarıyla öznelliğin toplumsal ve kolektif olayları aktarmada, onlara anlam ve süreklilik kazandırmadaki önemini kanıtlıyor. Ama Zarlar ve İnsanlar aynı zamanda küçük şeylerin değerini de bize hatırlatıyor; günlük yaşamından anları büyük siyasi olaylarla aynı seviyede tutarak, Pekün bunun mücadelenin tam da kendisi olduğunu ifade ediyor, çünkü bu bireysel varoluşumuza hem kanıt hem şahit oluyor. Film ilerledikçe yoğunlaşıyor, kırılma anları artıyor, günlük yaşam bir şiddet sarmalına sürükleniyor. Sonunda bizi yaklaşık on yıl sonrasında, yaşanmayanlarla baş başa bırakarak, bu tarihi dalga çoktan geri mi çekildi yoksa yeniden yükselişini mi bekliyoruz diye sorgulatarak bitiyor.” 

Tue Steen Müller, Araf Değerlendirme

“Beni şaşırt, bana olağanüstü bir şey sun, formun önemini ortaya koy, bana meydan oku, bana yeni bir şeyler öğret. Bu 45 dakikalık Türk filmi benim gibi bir belgesel bağımlısının dileklerini gerçekleştirdi.”

Övül Ö. Durmuşoğlu, I want to Feel: The Emotionality Threshold of Politics (Hissetmek İstiyorum: Politikanın Duygusal Eşiği) (2018)

“Sanatçının yaklaşımına göre katılım, kolektif sorumluluğun kabulüne eş değerdir. Pekün’ün çalışması, ekranın seyircileri defalarca bir araya getirme ve bu kolektif sorumluluğu paylaştırma potansiyeline somut bir örnektir. Dünya, insanlık suçlarını ve yarattıkları acıları ileri sarma eğilimindeyken Pekün’ün siyah beyaz görüntüleri; nehir, köprü, yol, askeri merkezler, mezarlık ve şehir arasındaki kasıtlı geçişleri kullanarak bize zamanı sorgulatır ve hepimizi acıyı paylaşmak zorunda bırakır. Görüntülerdeki gren, bu paylaşım sürecinde yoğunlaşır ve artarken kamerada yer bulan tüm vücut hareketleri de tanıdık olduğu kadar yabancı bir dil bilgisi ortaya çıkarır.” 

Bu filmin inceliği birbiriyle çatışan enerjilerin gerginliği ve araf kavramının film boyunca tezahür edişinde. Mütemadiyen izleyicinin duyusal deneyimini gözeten filmin görsel ve sonik desenleri sessizce tedirgin ederken görüntülerin basitliğindeki yalanlar ortaya usta bir eser çıkarıyor. Yumuşak olduğu kadar çarpıcı, huzurlu ve kafa karıştırıcı; yolların ve tren raylarının dolambaçlı kıvrımları hız, ses ve tematik tarzlar arasında keskin geçişlerle sekteye uğruyor. Film, zorunlu etik arayışını destekleyen duygusal yoğunluğunu bu zıtlıklarla kazanıyor. 

“Anda yaşamak mı anı belgelemek mi? Son derece sinematik görüntülerle gündelik yaşamın daha samimi tasvirleri arasında tuhaf bir şekilde kesintisiz geçişler: Londra’da bir tramvay veya İstanbul’da pencereden görülen bir manzara. Kozmik evrenin dalgalarında, zamanlar arası kopuşların büyüklüğüyle geleceğin büyüsü, bulunduğumuz yer ve zamanın yamalarının arasından sızar. Farklı konumlar arasında geçiş yaptıkça Pekün çoğalarak insanlar ve seslere, anlara ve dönemlere, tarihlere ve hikâyelere bürünür. Ama Zarlar ve İnsanlar herhangi bir protesto üzerine, çok sık yapılan ve pek de isabetli olmayan bir deneme filmi değil. Gündelik yaşam ve sıra dışı olanın arasındaki kaygılı döngü ve sanatçının bu iki arasında gerçekten geçiş yapma imkânını sorgulaması Gezi’ye, İstanbul’a veya Türkiye’ye özgü değil, aksine Gezi’nin yalnızca son belirtilerinden olduğu değişime ve küresel dönüşüm anına ait.”

Daha fazla okumak için

bottom of page